Nurgül Yeşilçay’la Kanal D’nin yeni dizisi ‘Veda Mektubu’ setinde buluşmak üzere sözleşiyoruz. Hep gülümseyen, neşeli kadın yerini durgun, düşünceli
ve hüzünlü birine bırakmış. Çekimlere ara verildiğinde yanına gidiyorum. O da sanatın iyileştirici gücüne inananlardan, “Sanatın insan ruhuna kattığı yaşama sevinci, birlik bilinci ve yalnız olmama hissini küçümsemeyelim” diyor. Başlıyoruz sohbete…
Fotoğraflar: Muhsin Akgün/MAStüdyo
*Çok zor günlerden geçiyoruz. Öncelikle nasılsın?
Etrafımdaki pek çok insan gibiyim. Umudu, akli melekelerimi yitirmeden ayakta durmaya çalışıyorum. Kendim sağlam olmalıyım ki gerçekten ihtiyacı olanların yanında hakkıyla durabileyim. Maddi değil psikolojik destekten de bahsediyorum. Çünkü önümüzde uzun, çok uzun bir süreç var yaraları sarmak için.
class=”medyanet-inline-adv”>
Nurgül Yeşilçay, Selim Bayraktar, Bennu Yıldırımlar, Rabia Soytürk gibi isimlerin rol aldığı ‘Veda Mektubu’ her pazartesi saat 20.00’de Kanal D’de.
*Deprem haberini ilk duyduğunda ne hissettin?
Sabah uyandım, sete gitmek için hazırlanacaktım. Twitter’da deprem haberlerini gördüm. İlk başta büyüklüğünü tam anlayamadım. Sete gittim, o gün sette ne çektiğimi, nasıl çektiğimi zaten anlamadım, bilemedim. Depremin büyüklüğünü anladığım anda içim çok yandı. O andan itibaren de daha kendime gelemedim. Öyle kalakaldım. Çaresizliği hissettim… Bir yandan ağlıyorum, bir yandan dua ediyorum. Çok ağır bir duyguymuş. Sonrasında herkes, tüm ülke depremden etkilenenleri sarıp sarmalamaya çalıştık. Sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın içi yandı. Herkes ne yapabilirim diye yardıma koştu. Empati kurdu, bir canı kurtarmak için çabaladı. Kediler, köpekler bile can kurtarma derdine düştü. İşte o anlarda yalnız olmadığımı anladım, umutlandım.
*Son üç haftadır neler yaşadın?
Aslında pek çoğumuzun yaşadığını… Kocaman bir boşluk, hiçlik duygusu kapladı önceleri… Sonra toparlanmaya çalıştım, o boşlukları nasıl doldururum diye kafa yormaya başladım. Birkaç sanatçı arkadaşım bir araya geldik; konuştuk. Çocukların yaralarını hızlıca sarmak, iyileştirmek, güvende hissetmelerini ve tekrar gülmelerini sağlamak için çalışacağız. Eğitimlerine destek olmak, mentorluk yapmak istiyoruz. Umarım başarılı oluruz. Onlara sevgimizi hissettirmemiz, kendi çocuklarımızla birlikte kucaklamamız, onları ayrıştırmamamız lazım. Sahipsiz kalan, evini, arkadaşlarını, okulunu kaybeden binlerce çocuk var.
Onların çocukluklarını yaşamalarına olanak sağlayan bir toplum olmalıyız. Sanatçı olarak buna öncülük etmeliyiz.
class=”medyanet-inline-adv”>
*Bu süreç sana hayatla ilgili neleri sorgulattı?
Sadece ölüm yok aklımda. Ahlak ve ahlaksızlık kavramı üzerine de çok düşündüm. Her an, yaptığımız her işte öncelikle ahlaklı olmamız lazım! Hadi müteahhit ahlaksızın önde gideni diyelim, peki biz çok mu ahlaklıyız? Hepimiz ele güne karşı, ne düşünürler diye yaşamıyor muyuz? Ucunda ölüm olduğunda mı sadece ahlaksızlığımız ortaya çıkıyor? Her an, her meslekte öncelikle ahlaklı olmak gerekiyor. Hepimiz çok şey öğrendik, sorguladık bu süreçte. Her şeyin şeffaf ve adil olacağı günler gelecek.
16 yaşındayken izciydim
*Yardımlaşma kültürümüz hakkında ne söylersin?
class=”medyanet-inline-adv”>
Her 5 gençten 1’inin işsiz olduğu bu ülkede, o gençler Twitch, Instagram, Twitter, YouTube gibi sosyal medya mecraları üzerinden örgütlenip harikalar yarattı bu süreçte. Sosyal medyanın da ne kadar önemli bir haberleşme aracı olduğunu gördük. Hatta tek haberleşme aracı oldu zaman zaman. Ayrıca canım madencilerimizle aynı ülkede yaşadığım,aynı toprakların insanı olduğum için onur duydum. Keza askerler, sivil toplum örgütleri, gönüllüler, sağlık çalışanları, güvenlik güçleri, ülkenin her yerinden bölgeye koşan belediyelerin önemini gördük. Daha sayamadığım yüzlerce kişi, kuruluş… Sen, ben, o, biz olmadan birlik olabilmeyi unutmuşuz ne zamandır. Bu hepimiz için çok önemliymiş, bunu tekrar hatırladık.
class=”medyanet-inline-adv”>
*Daha önce depremle ilgili benzer bir deneyimin olmuş muydu?
16 yaşındayken izciydim hatta oymak başıydım. Erzincan depremi olduğunda bölgeye gitmiştik; çadır kurmayı, soğukta çadırda kalmayı biliyorsun, gençsin, dinamiksin. Çok işe yaramıştık. Askerlerle, doktorlarla çalışmıştık. Az önce çaresizlik hakkında konuştuk. Bazı insanlar yardım etmek için bölgeye gitti ama afette ilkyardıma dair bilgileri yok. Yani çadır yok, uyku tulumu yok, hiçbir donanımın yok; neden oradasın? Fotoğraf çekmek için mi? İnsanların işini engellemek için mi? Bazen sadece durmak lazım. Açgözlülüğe mi, sorumsuzluğa mı, bilgisizliğe mi hangisine üzülsek; bilemedim.
*Sence bu yaşananların bize etkisi nasıl olacak?
class=”medyanet-inline-adv”>
Hep yardımlaşma üzerine konuşuyoruz. Ama Türkiye zaten öyle bir ülke; yardımlaşma kültürü var bu topraklarda. Anadolu’da düğüne de cenazeye de aynı özveriyle koşar insanlar, komşular da birbirine örneğin. Ama artık bizim sorgulamaya başlamamız, sorgulamayı öğrenmemiz lazım! Değişim böyle başlayacak.
Oyunculuk profesyoneller için fazla sıkıcı
*Oyunculuğun sendeki karşılığı yıllar içinde nasıl değişti?
Oyunculuk eğlenmeyi, oyun oynama hissini arka plana attığın zaman küsüp kenara çekiliyor. O yüzden hep başa, amatörlüğe dönmek zorundasın. Ne zaman olaya profesyonel baksam ‘Başa dön’ diye uyarıyorum kendimi. Oyunculuk profesyoneller için fazla sıkıcı, amatörler için fazla keyiflidir.
*İmkânın olsa, sektöre ve mesleğine dair neyi değiştirirdin?
Biz henüz sektör olamadığımız için çok eksiğimiz var. Yurtdışında da çalıştığım için rahatlıkla söyleyebilirim; öncelikle şu ‘star sistemi’nin değişmesi gerekiyor. Herkesin farklı sorumlulukları olan, aynı şeye hizmet eden çalışanlar olduğu kabul edilmedikçe sektör olamayız. Bana günde en az 30-35 kere”Bir şey ister misiniz” diye soruluyor sette. Bu soru set asistanına da sorulduğunda sektör olacağız. İnsanlar oyuncunun sadece işini yaptığını kavradığında her şey daha kolay olacak. Daha eşit olabileceğiz o zaman.
Sahipsiz kalan binlerce çocuk var. Onları kendi çocuklarımızla birlikte kucaklamamız, ayrıştırmamamız lazım.
Kadro çok güzel, karakterime de bayıldım
*Bir yandan dizi setleri devam ediyor. Çalışmak nasıl hissettiriyor?
Zor bir dönemde yayına girdik ama bizim de insanlara bu şekilde yardım etme görevimiz olduğunu düşünüyorum. Onları bambaşka hayatlara götürüp o kısır döngüden birkaç saat kaçmalarını sağlamak. Bizim sektör hep çok yardımsever olmuştur. Ruhu Robin Hood bizim sektörün. Bölgeye setlerden akın akın karavanlar, jeneratörler gönderildi deprem haberi duyulur duyulmaz. Yapım şirketleri, oyuncular bir araya geldi, yardım topladı. Şimdi tekrar setlere döndük; işlerimiz iyi olsun ki herkese daha fazla dokunalım, moral olalım. Her şey yeni başlıyor. Umutla, inatla, onararak yanı başlarında olmaya çalışalım insanların. Sanatın insan ruhuna kattığı yaşama sevincini, birlik bilincini ve yalnız olmama hissini küçümsemeyelim.
*Kanal D’deki ‘Veda Mektubu’nda canlandırdığın Alanur, nasıl biri?
Alanur öncelikle aşk kadını. Çünkü 28 yıl önce yaşadığı aşkı hâlâ unutmamış, hatta son mektubu köşe bucak saklıyor. Hâlâ içinde taşıyor o aşkı. Âşık olduğunda kontrolünü kaybetme duygusunu sevmediği için şimdi aşırı kontrolcü, çok net. Kendi doğruları olan, jilet gibi bir kadın. Keskin ama entrika yapmayı bilmiyor. Keskinliği tavırlarında ve dilinde. Ben kusurlu karakterleri seviyorum. Biraz empati yeteneğinden yoksun ve narsist. Çok korkusu olduğu için sanki korkusuzmuş, kendini beğeniyormuş numarası yapıyor. Kızlarını da anlamaya çalışmamış hiç. ‘Ben onlar için zaten en iyisini biliyorum’ gibi bakıyor. İşkadını ayrıca. Güçlü, korkutucu güzel bir kadın. İstediği hayatı yaşayamadığı için öfkeli. Bir nevi ‘sinir krizi eşiğindeki kadınlar’ gibi…
*Hep hafızalara kazınan işler yaptın. Bir işi seçerken önceliklerin neler? ‘Veda Mektubu’nda seni çeken ne oldu?
Gül Oğuz’la ‘İkinci Bahar’dan beri tanışıyoruz, arkadaşız. Sektör hakkında sohbet ederiz. Şunu konuşmuştuk; bizim sektörde dizilerde başroller genelde karakter oyuncusu olarak kullanılmıyor. Başrolde değil, etrafında karakterler yaratılıyor. Ben bundan çok sıkıldığımı söylemiştim. Keşke şöyle bir rol olsa diye konuşuyorduk. Sonra bana bu projeyle geldi. Üstelik yaşanmış bir aşk hikâyesi olması beni heyecanlandırdı. Gül Oğuz’a güvendiğim ve karaktere bayıldığım için kabul ettim. Oynaması çok zevkli. Çok da güzel bir kadro kurdular. Yönetmeni tanıyorum, nasıl çekeceğini biliyorum; çok da sevdiğim birisi. Bütün oyuncu arkadaşları çok titizlikle seçtiler. Rabia (Soytürk) muhteşem bir çocuk çıktı. Selim (Bayraktar) çok iyi bir oyuncu, onunla oynamak çok keyifli. Bennu da (Yıldırımlar) öyle… Kendimi iyi hissediyorum.
*Hikâye biraz da kader döngüsü üzerine… Kadere inanır mısın?
Hayatın bir dengesi ve adaleti olduğuna inanıyorum. Bu projeye hazırlanırken karma yasası, denge yasası hakkında kitaplar okudum. İnanmaya yakınım diyebiliriz. Bu yasaya göre birine yapılan haksızlık ailenin sonraki nesilden bir üyesi tarafından dengeleniyor. Yani Aslı ve Mehmet zamanında yarım kalmış bir aşkı tamamlamak zorunda gibi. Belki de bu yüzden kızlar annelerinin kaderini yaşarmış sözü var. Kolektif vicdan diyorlar buna. Biz yüzleşip, çözene kadar nesilden nesile aktarılırmış. İnanabilirim de inanmayabilirim de; bilemiyorum.
ALINTI KAYNAK: https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-pazar/umudu-akli-melekelerimi-yitirmeden-ayakta-durmaya-calisiyorum-42228885